Monday, 30 August 2010

Pulp Fiction



Burdan 3 ile 5 kisiye ulasiyorsak sormak istiyorum nazikce.Hatta bir kamuoyu yoklamasi yapasim var.Kendime de soruyorum neden sevdim acaba?

Nedir bu Pulp Fiction sevdasi?Onu IMDB`de halk oylamasi ile 6. siraya oturtan.

Belki zamanina gore degerlendirmek gerekiyor.O yillarda boyle bir film yoktu.hi?

Tamam! Koca koca oyuncular var severek izledigimiz,rol yapmak icin dogmus.Kimler?

John Travolta . `Burn after Reading`de nasil Brad Pitt filmin ortasinda `NE?!` dedirtircesine ölmüştü.Travolta`da bu filmde benzer bir şekilde vuruluyor.Hep wc zevkinde okudugu `ucuz roman` ini bitirmis,cikisinda bruce amca ile burun burune gelmis bogrune yemisti kursuncuklari.Bu arada filmlerin bu yonlerine bayiliyorum.Tavuk oldurur gibi insan oldurmek ne kolay,kimse uzulmuyor,sasirmiyor,her sey normal,kontrol altinda.

Samuel L. Jackson. Bakiyorum da 130 kudur filme imzasini atmis.Oyunculugu gercekten doyurucu.Izlediginiz zaman hic bir iticilik,olmamislik bulamayacaginiz prof bir aktor.

Bruce Willis . Ne denebilir ki?Rol yapmak icin dogmamissa cool olmak icin dogmustur En cok nerde sevdik?Ben diyim Die Hard siz deyin 5th Element (burda dunyanin en guzel kizi oldugunu iddia ettigim Milla ile)

Marsellus (Ving Rhames):In the fifth, your ass goes down. Say it.
Butch (Bruce): In the fifth, my ass goes down

Haha sonra kiminkinin neye ugradigini goruyoruz 

Uma Thurman.Ayak fetisisti olmasinin da etkisiyle Tarantino`nun gozdesi,biricigi.Bu filmde kedi kadin rolunu iyice ustlenmis,Jack Rabbit Slim`s sahnesindeki dans performanslari ile filmin uzerinden 16 yil gecmesine ragmen bugun bile hala diskolarda ayni haraketler yapilmasina on ayak olmustur.Kolaydir:Hani parmanklarinizi yatay baris isareti yapip gozlerinizin onunden birer birer gecirirsiniz,o iste.

Mia (Uma): I do believe Marsellus Wallace, my husband, your boss, told you to take ME out and do WHATEVER I WANTED. Now I wanna dance, I wanna win. I want that trophy, so dance good.

Catlak bir yonetmen biliyoruz..Simdi 9 yasindaki bir cocuga da sorsan kim yonetti Pulp Fiction`i Kill bill`i desen bilir.Kendisi de oynuyor her filminde silik bir rol de olsa.

Hikayenin kurgusu zamanina gore degerlendirirsek hos.

Honey Bunny: I love you, Pumpkin.
Pumpkin: I love you, Honey Bunny.
Pumpkin: [Masaya cikar silahla ve] All right, everybody be cool, this is a robbery!
Honey Bunny: (yillardir ba-yi-la-rak dinledigim vahsi,kufurlu sesiyle!!)Any of you fucking pricks move, and I'll execute every motherfucking last one of ya!

Hatta paylasmadan edemiycem sanirim..



Tamam!Yillardir dinleye dinleye eskitemedigim bir soundtrack.16 yil once kaset ve walkmann teknolojisiyle aldigim tadi simdi ipod`umdan alamiyorum desem?

Peki bize ne vermis olabilir bu film?

Ogreneceklerimiz:

-Siz de O.D (her ne ise o) cekerseniz burnunuzdan,agzinizdan boza kivaminda mukus bi tarafinizdan da kan akar dikkat edin.uyusturuculer tu kaka zaten.

-Amerikalilar o yillarda patateslerini mayoneze bandirmiyorlarmis.

-Pis islerde calismayin.Mucizeler de olsa bir gun bogrunuzden vurulacaginiz buyuk olasi.En iyi siz de Incilokuyup,sure ezberleyin,tez zamanda kendinizi emekli edin.

-Ne kadar kotu karakter olsaniz da bazen iyi de olun.Izleyenler size sempati duysun.Onlarca insani oldurup sonra 2 soyguncunun cebine para bile koyun.Uslu olun.

Hem kahvalti sahnesi biraz ittirmeydi.Gereksiz uzundu. 2. kere Eizekel`i dinledik.Ilki cok enerjikti,daha iyiydi. O da su:



-Once kotuluk sonra iyilik yaparsaniz ayni oranda `-We are cool? –Yeah we are cool` olabiliriz.

Evet honey bunnyler nedir bu filmi kült yapan sizce?

Sunday, 29 August 2010

Hayran olmak üzerine giydirmeler ve bir öneri




Bu çocuklarla OpenAir Festival'inde tanıştım.Bu defa sahnede değil yerde.

Hep söylüyorum 'yalnızlık krallıktır!'

Yine böyle bir haftasonunda krallığımda yaşarken tanıştığım yerel halktan birisi (high air quiality satıyordu minik karavanında) ingilizcesinin azlığından veya başka bir yanlış anlaşmadan 'kasabian burdaydı konser bitimi buraya gelmeye söz verdiler' dedi.

'hadi ya' demiştim.Gelen Kissaway'cilerdi.Gerçi Kasabian'lar da gelse Roger Waters (konserde mutluluktan hüngür şakır olan ben olmama karşın) da gelse bende bir türlü vücut bulamayan 'hayran olma duygusu' sayesinde etki ve ilgi alanıma girmezlerdi.

Evet sahiden sonunda geldi çocuklar. Çocuk diyorum gerçekten çocuklar.
Yaşları bence 18-23 arası değişiyordur,bi tanesi 30muş..Çok kuzeyli insanı yaşını soğukla harmanlayıp saklıyor anlaşılan,danimarkalı bir grup.

Aynı mekanda çek bir kızanın 'oo imzanı almalıyım,fotoğraf çektirmeliyim,öpmeliyim yok yok kucağına oturmalıyım' nidaları ortama haraket getirmişti.Esasen bu enerji yükselmesi fena olmadı masada,hep beraber gülüyorduk.

-Peki nedir bu hayranlık denen şey?Pazar sorularıma bir yenisini daha ekliyorum,cevabı da yapıştırıyorum 'Saçmalık!'

Hayran duyan kişi ünlüsünü üste koyup , ona aşağıdan bakmayı sever.Nedense bu hoşuna gider.Oysa kendinden tek farkı öyle güzel işler çıkartamıyor oluşudur.

Yaratım çekicidir kabul ediyorum.Ama saygı duymak başka ağzının suyu akması başka.

Şudur belki de sebebi milyonlarca hayranı bulunması icracının , hayran kişisinin kafasında 'herkes onu seviyo vardır bi numara' demesidir.Herkes seviyorsa ben bir adım öne geçmeli ondan imza almalı,öpmeli,kucağına oturmalı,fotoğraf çektirmeli eğer yapabiliyorsam evine gitmeli fanfinifinfon , yeterince iyi olursam sevgilisi olabilirim' gibi temalar…

Sen dinle müziğini,dansını et,şarkına eşlik et,gül,ağla,duygulan.Nemenem bişeysin canım hayran kişisi?

Neyse çocuklara dönüyorum.

Hangi hallerde olan ben sorudum 'Kaç yaşındasın sen? Okuyo musun? Kaça gidiyosun?' (hehe biri beni durdursun)

Bıdık davulcu yanıtladı '23.'

'Ne iş yapıyosun?' dedim.'I make music' dedi. 'Tamam anladım da yaşamak için ne yapıyorsun' dedim festival alanından Prag'a dönerken 'Music' dedi.

'I respect' dedim..Hakkatten de öyle.Çok taktir ediyorum böyle insanları.Daha genç yaşında ne istediğini bulmuş,peşinden dünyayı geziyor afferim!.Yaz başından beri 100 konsere imza attık cümlesini hayal meyal hatırlıyorum.

'I played to 10 thousands' dedi.

Yine hangi hayallerde olan bende nedense 'inanmama' teması hakimdi gereksiz de olsa.

'Bana bilgiyle değil belgeyle gelin tatlişlerim'

Önce bir takım kartlar verdi.Kredi kartı şeklinde üzerinde isimleri ve de birer seri numarası var.'

Bunları al,arkadaşlarına da verirsin,müziğimizi indirmek için' dedi.

Sonra da son cd'lerini çıkardı,aracın müzikçalarında artık grupça dönüyorlardı.

'Sleep Mountain' adını taşıyor ve 12 parçadan oluşuyor.Toplamda 3 albüm ve 4 single'ları bulunuyor.

'O parçayı aç' dedi davulbaz,açıldı.Gecenin karanlığında omzumda pata pata 'o parça' çalınıyordu artık.

Bırak işte kız inanmazsa inanmasın.

'İnandın mı şimdi' dedi.'Hmmm güzelmiş' cevabı geldi kızdan.Gerçekten beyenmişti kız.

Onbinlere çalmak değil de hoşuma giden müzikle arkadaş edebilir birisi ama hayranı değil.

Diyeceğim o ki ;

Dinleyin bunları.Google'a The Kissaway Trail yazın.Soundları Joy Division,New Order'ın izinden geliyor sanki.İndie rock.İndie demek şu demek:

Indie rock is a genre of rock music that originated in the United Kingdom and the United States in the 1980s. It is rooted in earlier genres such as alternative rock, post-punk, and new wave. The term is often used to describe the means of production and distribution of independent underground music, as well as the style of music that was first associated with this means of production.[1] Indie rock artists are known for placing a premium on maintaining complete control of their music and careers, releasing albums on independent record labels (sometimes self-owned and operated) and relying on touring, word-of-mouth, airplay on independent or college radio stations and, in recent years, the Internet for promotion. Musicians classified as indie rock are typically signed to independent record labels, rather than major record labels, although there are many examples of indie musicians switching to major labels mid-career. This practice blurs the lines between indie and mainstream music and is often the subject of debate amongst fans. Indeed, some bands that have spent most of their careers on major labels are still occasionally referred to by the press as indie rock because of their sound or aesthetic.

Soğuk havalarda bir hikmet var sanırım.Kimbilir belki de soğuktan eve kapanıp sıkıntıdan yaratma ihtiyacı duyuyorlardır.Boşuna değil onca dev grup İngiltere'den koşuyor bize doğru.İyi de yapıyor!
29 ağustos 2010 prag

Saturday, 28 August 2010

neden sevdim seni ny?



oh la la!

Şimdi baş gibi şehir dc'den yaşasın ki döndüm,metrodayım.

Sanki şehrime,tanıdığım bildiğim bir yere dönüyormuşum gibi bir his var içimde,ne güzel..iyi ki gelmişim diyorum.

Saat 8:22..hala aydınlık,uzun yaz gecelerini yaşıyoruz.Yeniden New York!

Kris'i aradım..evde buluşalım dedi.27 dolarese bir haftalık daha metro bileti aldım.

Daha önce 'Neden sevdiğimi açıklıycam' demiştim..geliyor..
----

İşte bunu seviyorum! Hareketlilik,bi dünya aktivite..

Bu şehirde herkesin ihtiyacı olan olmayan bir çok aktivite mevcut.

Her an her yerde bir şeyler oluyor.O parkta konser,bu parkta ücretsiz film gösterimi,burda bir work shop (bu kelimeye de kılım ya neyse),dans gösterisi,toplaşma,ateş çevirmeler,breakdanslar,kaykaycılar,hoop çevirmeler,vb..

Müzelerde hep bir sirkülasyon..

Sonra denizi pardon okyanusu var..En geç 1 saatte okyanus kenarı kumsaldasın..keyfini sür..

---

İşte bunu seviyorum! Çeşitlikik..

Ey 77 millet nerdesin?Sanırım bu trendesin.

Sadece şu anda baktığımda göze çarpan manzarayı aktarıyorum:

Yanımda bu kadar siyah olur mu dedirten bir amca,uzun beyaz elbisesi ve de kafasına taktığı beyaz takkesinden her haliyle Müslüman olduğu bas bas duyulan..

Karşımda saçı tamamen örülüler familyasından kıpkırmızı t-shirtlü,fosforlu pembe ojeli zenci bir kız.

Onun yanında aynen benim gibi dünyanın her yerinden olabileceğine inanacağım düz bir erkek tipi.

Diğer zenci kızın yanında çekik gözlü bir abla,keltoş çocuk,şapkalı tarz bir adam,hem uzun boylu hem de şişko dev gibi bir siyahi,beyaz ten-tombul etli genç bir kız.

Şu tatarfta oturan her şeyiyle hint'li olduğu anlaşılan bir teyze..ten rengi,saçını toplayışı,kilosu..uzun parlak elbisesi bordo ve altın rengi,kafasında elbisesine uygun bir takke.yoksa paki mi bu teyze?

Diğer yandan Amerikalı ise geldiği yeri belirtmek isteyen,değilse kaldığı zamanlarda iyi vakit geçirdiğini hatırlamak ve görenlere anlatmak istermişcesine,her zaman ve her yerde karşıma çıkan,I Love dc,Miami,Brooklyn,bilmemne t-shirt,şapka,sweat shirtü giyen bir dünya insan.En popüleri NY'de bile 'I love NY' örnekleri.

Nereye gitse oralı oluveren..hindistan'da hintli,italya'da italyan,ispanya'da ispanyol,fransa'da fransız,amerika'da amerikalı çok şükür bukalemun tipi olan ben…

----

İşte bunu seviyorum! Aidiyetsizlik..

Kimse ama kimse buraya ait değil! Bunu bir şekilde hissettiriyor şehir,beni rahatça içine almasının ve heycanladırmasının en büyük sebebi bu.

Bir çok insan ülkesini,ailesini geride bırakıp burada bir işin başını tutmuş.Kimisi okuyor,sokakta yatıyor,yatmıyor da 30m2 evde bi dolu insanla beraber yaşıyor,fakirlik içinde sürünüyor,manhattan'da zenginlik içinde yüzüyor da dünya umrunda değil..veya dünya o kadar umrunda ki önce vejeteryan oluyor sonra da dünyayı kurtaran adam rolünü deniyor.

Yabancılık çekicek bir durum yok.Çevrene baktığında,insanlarla tanıştığında,burada yaşayanlarla konuştuğunda,herkes yabancı,içleştirme-dışlama diye bir his yok zira herkes iç-dış..kimse buranın esas elemanı,sahibi değil,sen de garip bi şekilde doğup büyümediğin fakat seni dışlamadan içine alan havasına kapılıorsun.

Prag'da ağzını açıp da 'Hello' dediğinde dış-sın.Zihinleri yabancı olanı pek almıyor,sevmiyor,sebebi her ne olursa olsun umrumda olduğundan söylemiyorum ama yine de hoş bir durum değil.

----

İşte bunu seviyorum! Özgürlük..En sevdiğim..

Kimse kimseye karışmıyor…

Evinde kaldığım arkadaşım hiç göstermese de 39 yaşlarındaki Benjamin 10 yıldır burda yaşıyor.NY'e taşınma veya bunca çileye (yaşam kolay değil) katlanma sebeplerinden birisinin kendini oldukça 'özgür' hissetmesi olduğunu söylemişti.Hiç bir şey için zorunluluk hissetmediğini,toplum baskısının yerlerde olduğunu bu sebeple rahat olduğundan bahsetmişti.


----

İşte böyle 20 milyon insan ayrı/aynı yöne doğru gidiyor.New York metrosu da onları bir yerden bir yere taşıyor.

Penn St'ten başlayan 14th St'e geçen ve Halsey'de bitecek olan L treni.Yine durdu,Jefforsan'da yeni yolcularını aldı.Çeşşit çeşit bir dünya insan daha bindi yorgun trene.

Ahenk ve uyum içinde,kaosun yarattığı denge ve dengesizliğin verdiği cümbüşle gezgin çantam ve ben usulca ilerliyoruz.


not: bahsi geçen şehir buna benziyor. http://www.pixelcase.com.au/vr/2009/newyork/

19 temmuz 2010 ny

Thursday, 26 August 2010

'kendimi durduracak değilim'



hiç bitsin istemiyorum.okuyun siz de puhaha diye gülün her yerde..insanlar baksın niye gülyo diye 'haa kitabı komik anlaşılan'desin sonra :)

Monday, 16 August 2010

Sunday, 15 August 2010

Monday, 9 August 2010

august

thats life..that's all people say..you are hard and high in august nite..but i know im gonna wait that tune..when you back on top of spring..and it is funny as it seems..:)

8 august 2010